About this Episode
Batı dünyası, hakikati elde etme istikametinde özellikle akla ve görme duyusuna müracaat etmiÅtir. Pozitivizm, idealizm, dogmatizm ve varoluÅçuluk gibi farklı akımların, bu iki kaynaktan beslendiÄi söylenebilinir. Gözlem ve deney yoluyla hakikatin ifÅaya çalıÅılması, 17. ve 18. asırlarda Hume, Locke, Berkeley gibi düÅünürlerle ele alınmıÅtır. Akılcı (rasyonalist) görüÅte delillere baÅvurulur. Bu yolda (klasik mantıkta olduÄu gibi) veriler ve önermeler önemli yer tutar.
Parça ve cüzden, bütüne ulaÅılmaya çalıÅılır. Hakikat namına, gözlem, deney ve akıl yürütme yollarıyla kütüphaneler dolusu eserler yazılmasına raÄmen tek bir hakikate dair ortak Åeyler söylenememiÅtir. Bütün bunlar; mücerret aklın ve deney ve gözleme dayalı yöntemin, mutlak bir hakikate uluÅma adına yeterli olmadıÄını göstermektedir.
O halde, bütün izafî hakikatlerin gidip kendisine dayandıÄı, sabit, deÄiÅmez, mutlak bir hakikat olmalı. Hakikate ulaÅmada sınırlı aklımızı ve duyularımızı aÅan, bütün zamanlara mahrutî bakan, beÅerî olmayan bir kaynak vardır: vahiy, yani Kurâân-ı Kerim. Bu ilahî kaynak, Heidegger gibi Batılı düÅünürlerin hakikat kavramına yüklediÄi mânâlara da bir açıklık getirir. Heideggerâe göre hakikat, âörtük olanı açıÄa çıkarmaâ ya da âifÅa etmeâ anlamındadır.1 Suat Yıldırım, âHakâ isminin bir manasının, âHakkı izhar edenâ demek olduÄunu belirtir.2 Allah (celle celâluhu), Hak isminin tecellisi ile gizli ve örtülü olan hakikati izhar buyurmuÅ olur.